Ana içeriğe atla

Anadolu'nun Hellenleştirilmesi


Anadolu'nun Hellenleştirilmesi


            Grek kültürü, İskender İmparatorluğu’nda Hellenizmin aracı olmadan önce Grek yerleşimlerinin bulunduğu küçük bir alanda yayılmıştı.
            Trakya Greklerin ayak basmaktan çekindikleri güvensiz bir topraktı. Trakyalılar, Hellenizm etkisi taşımadıkları gibi çoğu kez Greklerle de düşmanlık yaşamışlardır.
            Philippos’un Trakya’yı fethi ve bölgenin iç kısımlarında başlatılan kolonizasyon çalışmaları ile bu bağlamda yeni bir alan açılmıştır. Anadolu’nun kuzey kıyıları içinde aynı durum geçerlidir. İç Anadolu’da Halis’in (Kızılırmak) doğusunda yaşayanlar yarı vahşi kabilelerdi. Paphlagonia ve Bithynialılar onlara göre daha uygardılar.
            Anadolu’nun batı kıyılarında, Grek uygarlıkları oldukça fazla sayıda olmasına rağmen bu yerleşimlerde Hellenizm etkisi zayıftı diyebiliriz. Güneybatı yerleşimleri ise daha dağınıktı, bu nedenle Hellenizm burada daha hızlı bir yayılım gerçekleştirmiştir.
            Karia’ya Hellenizm Aleksandros’dan önce gitmiştir. Karia satrapları Grekçeyi resmi dil olarak kabul etmişti. Hekatomnidlerin hâkimiyetindeki tüm yerleşimler tamamen Hellenize edilmişlerdir. Grek kökenli yerleşimciler özgürce yerlilerle evlenmiş ve Greklerle yerliler arasında bir kaynaşma sorunsuzca gerçekleşmiştir. Öyle ki, M.Ö.408’de Rhodos’un kurduğu birliğe tüm Karialılar vatandaş olarak katılmıştır. Bu durum Karialıların politik organizasyonunun Greklerinkiyle aynı çizgide olması anlamına gelmektedir.
            Karialıların doğu komşuları Lykialılar ise daha az Hellenize olmuşlar, kendi ulusal dillerini ve yazılarını kullanmaya devam etmişlerdir. Lykialılar, Aristoteles’in ölçütüyle barbar insanlar olarak değerlendirilseler de kurdukları büyüklü küçüklü yerleşimler Grekler tarafından polis olarak kabul edilmiş ve M.Ö.IV.yy ortalarında demokratik bir yapı sergilemişlerdir. Gerçekten bu dönemde darp ettikleri sikkelerde, egemen sülale adını değil polis adını görüyoruz.
            Anadolu’nun güneyindeki Pamphylia Ovası Antik Çağ içerisinde, yaşayanları Grek olan çok sayıda yerleşim yeri barındırmıştır. Ovalarda ve dağlık yüksek yerlerde Milyae ve Pisidialılar başlangıçta Hellenizme taraftar olmamışlar, kabile örgütlenmesi çatısı altında çoğu dağınık kasabalarda yaşamışlardır. Bazı merkezi, korunaklı alanlar oluşturulmuş ve buraları kabilenin yönetim merkezleri halini almıştır. Bu kabilelerin şüphesiz miras yoluyla aktarılan monarşik bir sistemleri bulunmakla birlikte, bazıları primitif demokratik uygulamalarda sergiliyorlardı. Bazı komitelerse kendi içlerinde gelişmemiş topluluklar durumunda olup bunlardan bir kısmı ovadaki Grek komşularının kültürleri tarafından soğurulmaya başlamışlardır. Örneğin; Selgeliler ve Etennesliler M.Ö.IV.yy ortalarında bastıkları sikkelerde Grek efsanelerinden sahnelere yer vermişlerdir.
Kilikia’da, Hellenistik Dönem başlarında Grek kültürünün baskın olduğu görülür. Burada Grek yerleşimcilerinin oturduğu çok sayıda yerleşim bulunduğunu ve kolonilerle birlikte M.Ö.IV.yy’da burasının tamamen Hellenize olduğunu sikkelere bakarak anlayabiliyoruz. Kuzey ve Orta Anadolu’da belli alanlar Galatlar tarafından istila edilmiş ve bu kesimlerde doğulu ailelerin sülale yönetimi egemendi. Yerli krallar Bithynia ve Paphlagonia’da ve Pers aileleri de Pontus’la Kappadokia’da iktidarlarını sürdürüyorlardı. Tüm bu sülaleler zamanla Hellenleştirilmiş ve Grekçeyi, resmi dilleri olarak kabul etmeye başlamışlardır. Krallar genellikle son isim olarak Grek kültleriyle ilgili isimler almış ve aynı zamanda Grek teknik adamlarını, kendi ordularını düzenleme amacıyla kullanmışlardır. Fakat bazı yerlerde yönetim Hellenleştirilmiş olsa da nüfus Hellenizmden çok az etkilenmiştir. Pontus’da kıyıda dağınık biçimde konumlanmış küçük bir kale görüntüsüne sahip çok sayıda Grek kolonisi şüphesiz oldukça hızlı Hellenize edilmişlerdi. Kappadokia’da çok gerilerde yer alsa bile Mazaka ve Tyana gibi önemli ticaret kasabaları öncelikle Hellenize edilmişlerdi. Galatlar ise kendi kültürlerini her zaman baskın tutmuşlar (M.Ö.I.yy) ve ele geçirdikleri yerlerde herhangi bir yapısal değişme olmamıştır. Aslında kendileri kırsal kesimde yaşayan insanlardı ve özellikle Phrygia’da kasaba hayatı sürerek kendi sosyo-politik yapılarını devam ettirmişlerdi. Pesinus ise, M.Ö.I.yy’da hala ana tanrıçanın baş rahibi tarafından yönetiliyordu.
Batı Anadolu’nun Hellenleştirilmesi, Seleukoslar ve Attaloslar zamanında tamamlanmıştır. Buna rağmen Mysia’nın yüksek kesimlerinde ve doğu kısımlarında Grek etkisi çok az olup buralarda birçok büyük yerli kabile yer alıyordu. Bunlardan Abbaeitaeler, Abretteniler ve Olympeniler, kendi bağımsızlıklarını Roma Dönemi’ne kadar sürdürmüşlerdir. Aeolia’da Pergamon M.Ö.IV.yy ortasında Greklerin yıllık memurlarını benimsemiştir. Aegae, Larissa ve Magnesia Hellenleşmekle beraber Aeolia’nın iç kesimlerde kabile organizasyonu geniş bir alanda sürdüğü için Hellenizm buraları etkileyememiştir. Kabile hayatı Lydia ve Phrygia’nın bazı yerlerinde geç dönemlere kadar devam etmiştir. Kaystros Vadisi’nde ve çevreleyen dağlarda Kaystrianiler, Kilbiani, Tmolitae ve Mysotimolitaeler; Menadros’un arka kesimlerinde Hyrgaleis; Lydia’nın dağ sınırları ve Hermos Vadisi’nin altlarında Hyrcanis ve Mostere adlı yerleşimlerdeki iki kabile; Phrygia’da ise Mokkadeni, Mokseani ve Karpeniler yaşıyorlardı. Lydialılar kendi kültürlerini Grek kültürü ve Hellenizm karşısında korumuşlarsa da kendi kültürleri Hıristiyanlık Dönemi’nde büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Phrygia’nın ortasından ise çok sayıda önemli ticaret yolu geçiyordu, bu nedenle yerleşim oldukça gelişmişti. Ancak bazı alanlar uzun süre Hellenizmden etkilenmemişlerdir. Phrygia’nın güneydoğu kısımlarında Phryg dili M.Ö.III.yy sonrasına kadar devam etmiştir. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Çağ Mimarisi: Tapınak Mimarisi ve Tapınak Planları

Antik Çağ Mimarisi: Tapınak Mimarisi ve Tapınak Planları Tapınak mimarisi antik dönem içerisinde üzerinde en fazla emek harcanmış konulardan birisidir. Bunun sebebi, dini inançla ilgili bir yapı olmalarının yanı sıra; aynı zamanda, bu yapıların propaganda amacıyla devlet otoriteleri tarafından da kullanılmalarıdır. Bilindiği üzere tapınakların içerisine sadece din görevlileri girebiliyordu bundan dolayı da tapınakların iç tasarımları, karşımıza sade olarak çıkmaktadır. Ancak tapınakların dış cepheleri zaman içerisinde olabildiğince gösterişli yapılmaya başlanmıştır ve bu durum kentler arası bir rekabet konusu da olmuştur. Yine bilindiği üzere antik çağ içerisindeki her kentin bir tapınağı mutlaka vardır. Öyle ki bu tapınaklar şehrin merkezini oluşturur ve kent planlaması da bu merkeze göre ayarlanırdı. Örnek vermek gerekirse; bir kentin ana caddeleri mutlaka tapınağın olduğu kutsal alandan geçerdi. Bir diğer örnek ise kentin alışveriş yerleri olan kısımlar yine tapınak alanına

Hellenistik Dönem Krallıkları

Hellenistik Dönem Krallıkları Hellenistik Dönem Krallıkları İskender ’in Hellas, Mısır ve Hindistan’a kadar tüm Ön Asya’yı içine alan imparatorluğu, M.Ö.323’teki ani ölümü üzerine generalleri arasında anlaşmazlıklara neden olmuştur. Çünkü İskender tahta varis bırakmamıştı. İskender’e yakın olan komutanlar, imparatorluğun başına geçmek ya da bulundukları bölgelerin yönetimini ele geçirmek için sürekli olarak birbirleriyle mücadeleye başladılar. Çok geçmeden diadoch’lar adı verilen, İskender’in ardılları Babil de, bir devlet konseyi oluşturarak, imparatorluk yönetim biçiminin nasıl olacağı konusunu tartışmaya başladılar. İşte bu komutanların İskender’e ardıl olma savaşı dönemine “Diadochlar Dönemi” denir (M.Ö.323-M.Ö.281). Ve nihayetinde aralarında anlaşmışlardır. Buna göre; imparatorluğu bölmeyecekler, merkez Makedonya’da olacak, sınırlar ayrılmayacak, yönetimde Perdikkas, yönetim birimlerinin başında ise diğer komutanlar olacak. Buna göre; Perdikkas hem hazineden sorumlu hem

Antik Çağ Mimarisi: Yapı ve Duvar Sınıfları

Antik Çağ Mimarisi: Yapı ve Duvar Sınıfları Vitruvius'un Kitabı Bu yazı antik dönem mimarlığının gelişimini anlamak için bilinmesi gereken terim ve kavramları basit bir şekilde açıklamak için oluşturulmuştur. Antik  dönem mimarlığının günümüzde yorumlanabilmesini ve anlaşılabilir olmasını sağlayan kişi Vitruvius'tur. VİTRUVİUS  m.ö.90-m.ö.20 yılları arasında yaşamış Roma vatandaşıdır. Asker, mimar ve mühendistir. Emekliliği sırasında ‘mimarlık üzerine on kitap’ isimli antik çağdan günümüze gelen mimari alanda tek bilimsel eseri yazıp Roma İmparatoru Augustus(OCTAVİANUS)’a ithaf etmiştir. Kitabı sadece mimarlık üzerine değil aynı zamanda geometri, astronomi, sivil ve askeri makineler hakkında da bilgiler vermektedir. İ nsanların, yaşamlarını kolaylaştırma ve barınma, yaşama, çalışma, eğlenme dinlenme gibi çeşitli eylemlerini sürdürebilmelerini sağlayabilmek için yaptıkları mekan düzenleme sanatına mimarlık denir. Bir yapının mimari değer taşıması başlıca 4 tem